KADİM KÜLTÜRÜMÜZÜN DEĞİŞMEYEN
KARAKTERİ
MEDDAH
YUSUF DURU
Meddah-ı Fakir
“Raviyanı Ahbar, Nakilanı asar bi
güna rivayet iderler ki…” diye başlardı eskiden meddahlarımız. Gelenekti bu,
ustadan çırağa nesiller boyu aktarılan. Çok ciddi sözlü bir kültürel hazine
idi. Hele de televizyon denen, sohbet ve muhabbet düşmanı alet icad edilmeden
önce kıymete haiz bir güzellikti.

Böylece gece yarılarına kadar
birbirinden güzel kıssalar, hikayeler, devşirmeler, şiirlerler, maniler,
benzetmeler, bezemeler, taklitler yapılır, hikaye en heyecanlı yerinde kesilir
ve “Rabbimiz berdevam kıla, yaran ve ahbabımızın muhabbeti daim ola, kahveci
kandilleri uyuta, yarına da lazımdır, sağ salim çıkıla, hikayenin sonuna
bakıla…” diyerek arkası yarına işaret edilirdi.
Dinleyenler hikayeye o kadar
kaptırırlardı ki kendilerini, meddahın bitirme sözlerini duyar duymaz
homurdanmaya, yüksek sesle “oldumu baba, yarına kadar nasıl sabredeceğiz bre”
naraları atmaya, “yahu sonunu alsa idik efendi” kibarlığında itirazlar etmeye
başlarlardı.
Hatta anlatılır ki Galatalı Emin
yirmi üç gün süren bir hikayenin yirmiikinci gününde yine Galatalı Çarkbozan
Muslu isimli külhaniden hikayeyi bitirmediği için güzel bir dayak yemiş ve bir
hafta boyunca hasta yatmış. Hikayenin sonunu merak edenler bir hafta boyunca
aynı kahvede Meddah Emin efendinin gelmesini beklemişler. Nihayet Galatalı
Çarkbozan Muslu, Emin efendiden özür dileyip bahşiş olarak da bir kese akçe
vermeyi kabul edince hakiyenin sonunu dinleyebilmişlerdir.
Şimdilerde soruyorlar. “Meddah
nedir?” uzun uzun anlatmaya çalışıyorum ama ne çare. Bende diyorum ki
“Medheden, öven, anlatan” hemen ikinci soru geliyor. “Neyi metheden, anlatan,
öven?. “ Eh artık sabrında bir sınırı var canım efendim deyip yekten cevabı
veriyoruz. “Allah (Celle ve Azze) sana ağız vermiş, öveceksen Allah (Celle ve
Azze) yeter” deyince gülümseyip susuyorlar.
Efendim geleneksel Türk tiyatrosunun
temel taşlarındandır Meddah. Yıllarca katıldığı meclislerde dinlediği
kıssaları, hikayeleri, topladığı, derlediği güzellikleri, kendine has üslubuyla
anlatandır. Bir kişilik dev kadrodur. Kimi zaman hakim olur, kimi zaman davacı,
kiminde davalı. Bazen bir hatun kişiyi canlandırır yavrusunu kaybetmiş, bazen
arap bacıyı. Hikayesine göre her karaktere bürünür. Aynı hikaye içinde hem
beyefendi olur, hem uşak, hem işveren olur, hem çalışan. Hem belediye başkanı
olur, hem çöpçü. Dedik ya bir kişilik dev kadro. Hikayesine göre.
Hani der ya bir tekerleme “neler geldi
neler geçti felekten, deve bile geldi geçti elekten…” o hesap tarih
sahnesinden, zaman süzgecinden öyle meddahlar geçmiştir ki her biri birbirinden
şahane.
Sultan III Murad Han döneminde 1574 –
1595 yılları arasında meddahlar çok büyük şöhret yakalamışlar, meşhur
olmuşlardır. Mesela o dönemin en meşhur meddahı “Lalin Kaba” ismiyle anılan
hikayecisidir. 16. Yüzyıl sonlarında yaşayan Cenani Baba aynı zamanda Sultan
III Murad Hanın gözde nedimlerinden biri olmuş, sohbetlerinde hiç yanından
ayırmamıştır. Aynı dönem içinde ilk defa bir ünvanla “Saray Kıssahanlığı”
ünvanıyla meddahlık yapan Derviş Kalender’de bunlardan biridir. Dördüncü Murad
Han dönemi büyük meddahlarından İncili Çavuş, Tıfli Ahmed Çelebi bu sanatın
duayen ve deha isimlerindendir. 1. Mahmud döneminde Galatalı Ahmet Çavuş
dönemin büyük hikayezenlerindendir. Onun yetiştirdiği Kız Ahmet, Sarı Emin,
Kızlarağası Hasbi Cemil efendi gibi isimler devamcısı olarak sanatı icra
etmişlerdir.
19 Yüzyılda Kasımpaşalı Hafız ve Meddah İsmet’de
dönemlerinde bu sanatın temsilcisi olmayı başarmışlar ve insanlar tarafından
sevilmişlerdir. Borazan Tevfik, Meddah Şükrü, Aşki efendi yirminci yüzyılın
başlarında bu sanata gönül vermişlerdendir. Yine yirminci yüzyılda Meddahlık
Tuluatla birleşmiş ve onunla devam etmiş. En güzel temsilcilerinden biride
dönemimizde bile ismiyle matuf olarak anılan Kavuklu Meddah Ali bey olmuştur.
Ali beyin özellikle taklitleri, jest ve mimikleri o güne kadar icra edilen
Meddahlık geleneğine çok farklı ve değişik bir soluk kazandırmıştır. Ali bey
“Kadının Fendi, Erkeği Yendi” isimli oyunda mesleğini layıkı ile icra ederek
takdir toplamak ve parsayı kapmak (Gösteri Karşılığında Halktan Toplanan para)
amacıyla henüz 32 yaşında iken tüm dişlerini söktürmüş ve takma diş
yaptırmıştır.
1905 Üsküdar doğumlu, aslen Dimetokalı Dümbüllü
İsmail, Ali beyden sonraki en büyük meddahlarımızdandır. Günümüze kadar süregelen bu geleneğin
devamcıları olan Erol Günaydın’lar, Münir Özkul’lar, Vahi Öz’ler ve daha
isimlerini sayamadığımız niceleri ise sanatı sürdüre gelen ustalardandır.
Buradan, hepsinin hatırlarını hayırla yad ediyoruz. Hakk (Celle ve
Azze) ile yeksan olanlara ise Rahmetler diliyor, mekanları cennet olsun
diyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder