2 Mayıs 2014 Cuma

KADİM KÜLTÜRÜMÜZÜN DEĞİŞMEYEN KARAKTERİ
MEDDAH
YUSUF DURU
Meddah-ı Fakir

“Raviyanı Ahbar, Nakilanı asar bi güna rivayet iderler ki…” diye başlardı eskiden meddahlarımız. Gelenekti bu, ustadan çırağa nesiller boyu aktarılan. Çok ciddi sözlü bir kültürel hazine idi. Hele de televizyon denen, sohbet ve muhabbet düşmanı alet icad edilmeden önce kıymete haiz bir güzellikti.
Özellikle büyük şehirlerin “Semai Kahveleri”nde mutlaka bir meddah tahtı veya köşkü bulunurdu. Ki akşama kadar asli vazifesi olan kunduracılık, bezazlık, miskü anber simsarlığı, debbağlık, dülgerlik, tellallık, sakalık, mahalle bekçiliği vesair mesleğini icra eden anlatıcılar, şehrin üstüne güneş kızıllığı düşüp de yerini, gece karasına bırakmaya yüz tuttuğuna bu kahvehanelere gelirler ve yerlerini alırlardı.
Böylece gece yarılarına kadar birbirinden güzel kıssalar, hikayeler, devşirmeler, şiirlerler, maniler, benzetmeler, bezemeler, taklitler yapılır, hikaye en heyecanlı yerinde kesilir ve “Rabbimiz berdevam kıla, yaran ve ahbabımızın muhabbeti daim ola, kahveci kandilleri uyuta, yarına da lazımdır, sağ salim çıkıla, hikayenin sonuna bakıla…” diyerek arkası yarına işaret edilirdi.
Dinleyenler hikayeye o kadar kaptırırlardı ki kendilerini, meddahın bitirme sözlerini duyar duymaz homurdanmaya, yüksek sesle “oldumu baba, yarına kadar nasıl sabredeceğiz bre” naraları atmaya, “yahu sonunu alsa idik efendi” kibarlığında itirazlar etmeye başlarlardı.
Hatta anlatılır ki Galatalı Emin yirmi üç gün süren bir hikayenin yirmiikinci gününde yine Galatalı Çarkbozan Muslu isimli külhaniden hikayeyi bitirmediği için güzel bir dayak yemiş ve bir hafta boyunca hasta yatmış. Hikayenin sonunu merak edenler bir hafta boyunca aynı kahvede Meddah Emin efendinin gelmesini beklemişler. Nihayet Galatalı Çarkbozan Muslu, Emin efendiden özür dileyip bahşiş olarak da bir kese akçe vermeyi kabul edince hakiyenin sonunu dinleyebilmişlerdir.
Şimdilerde soruyorlar. “Meddah nedir?” uzun uzun anlatmaya çalışıyorum ama ne çare. Bende diyorum ki “Medheden, öven, anlatan” hemen ikinci soru geliyor. “Neyi metheden, anlatan, öven?. “ Eh artık sabrında bir sınırı var canım efendim deyip yekten cevabı veriyoruz. “Allah (Celle ve Azze) sana ağız vermiş, öveceksen Allah (Celle ve Azze) yeter” deyince gülümseyip susuyorlar.
Efendim geleneksel Türk tiyatrosunun temel taşlarındandır Meddah. Yıllarca katıldığı meclislerde dinlediği kıssaları, hikayeleri, topladığı, derlediği güzellikleri, kendine has üslubuyla anlatandır. Bir kişilik dev kadrodur. Kimi zaman hakim olur, kimi zaman davacı, kiminde davalı. Bazen bir hatun kişiyi canlandırır yavrusunu kaybetmiş, bazen arap bacıyı. Hikayesine göre her karaktere bürünür. Aynı hikaye içinde hem beyefendi olur, hem uşak, hem işveren olur, hem çalışan. Hem belediye başkanı olur, hem çöpçü. Dedik ya bir kişilik dev kadro. Hikayesine göre.
Hani der ya bir tekerleme “neler geldi neler geçti felekten, deve bile geldi geçti elekten…” o hesap tarih sahnesinden, zaman süzgecinden öyle meddahlar geçmiştir ki her biri birbirinden şahane.
Sultan III Murad Han döneminde 1574 – 1595 yılları arasında meddahlar çok büyük şöhret yakalamışlar, meşhur olmuşlardır. Mesela o dönemin en meşhur meddahı “Lalin Kaba” ismiyle anılan hikayecisidir. 16. Yüzyıl sonlarında yaşayan Cenani Baba aynı zamanda Sultan III Murad Hanın gözde nedimlerinden biri olmuş, sohbetlerinde hiç yanından ayırmamıştır. Aynı dönem içinde ilk defa bir ünvanla “Saray Kıssahanlığı” ünvanıyla meddahlık yapan Derviş Kalender’de bunlardan biridir. Dördüncü Murad Han dönemi büyük meddahlarından İncili Çavuş, Tıfli Ahmed Çelebi bu sanatın duayen ve deha isimlerindendir. 1. Mahmud döneminde Galatalı Ahmet Çavuş dönemin büyük hikayezenlerindendir. Onun yetiştirdiği Kız Ahmet, Sarı Emin, Kızlarağası Hasbi Cemil efendi gibi isimler devamcısı olarak sanatı icra etmişlerdir.
19 Yüzyılda Kasımpaşalı Hafız ve Meddah İsmet’de dönemlerinde bu sanatın temsilcisi olmayı başarmışlar ve insanlar tarafından sevilmişlerdir. Borazan Tevfik, Meddah Şükrü, Aşki efendi yirminci yüzyılın başlarında bu sanata gönül vermişlerdendir. Yine yirminci yüzyılda Meddahlık Tuluatla birleşmiş ve onunla devam etmiş. En güzel temsilcilerinden biride dönemimizde bile ismiyle matuf olarak anılan Kavuklu Meddah Ali bey olmuştur. Ali beyin özellikle taklitleri, jest ve mimikleri o güne kadar icra edilen Meddahlık geleneğine çok farklı ve değişik bir soluk kazandırmıştır. Ali bey “Kadının Fendi, Erkeği Yendi” isimli oyunda mesleğini layıkı ile icra ederek takdir toplamak ve parsayı kapmak (Gösteri Karşılığında Halktan Toplanan para) amacıyla henüz 32 yaşında iken tüm dişlerini söktürmüş ve takma diş yaptırmıştır.
1905 Üsküdar doğumlu, aslen Dimetokalı Dümbüllü İsmail, Ali beyden sonraki en büyük meddahlarımızdandır. Günümüze kadar süregelen bu geleneğin devamcıları olan Erol Günaydın’lar, Münir Özkul’lar, Vahi Öz’ler ve daha isimlerini sayamadığımız niceleri ise sanatı sürdüre gelen ustalardandır.

Buradan, hepsinin hatırlarını hayırla yad ediyoruz. Hakk (Celle ve Azze) ile yeksan olanlara ise Rahmetler diliyor, mekanları cennet olsun diyoruz. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder