HAYA VE EDEB ÜZERİNE
BİR DENEME

Hayamızı yitirdik; ve tımarsız, kaşağısız, pusatsız bıraktık
küheylanlarımızı; kılıçsız, kargısız, cevşensiz koyduk süvarileri. İkonlara
gizlenmiş ruhbanlara çaldırdık ruhlarımızı. Akrep yuvalarından ecinni raksların
ateşi sıçradı üzerimize. Kevn ü fesadda anılmamacasına yıktık eski
ahitlerimizi, yeni ahitlerimizi. Ahdimiz haya üzerineydi, kaybettik ve
ahlâkımız eskidi. Dönüş biletini giderken yırttık ahitleşmeye de, kutsal
vadilerde nalınlarımızı ayağımızda unuttuk. Parlayan yıldızlarımızdan
astroitler düştü bahtımıza. Filmin son karesiyle birlikte elif ve lam ve he de
karardı. Kelamlarımızda yorulan harfler laf kılığında yağdı dünyamıza. Efsunlu
sözlerle dolu hamayılların çörekotlarınca küçüldü ruhlarımız. Gizi çözen
gecelerimiz, geceyi düğümleyen gizlerde gizlendi. Kafesinde sindirilmiş
aslanlara dönünce ahlâk, avcıların tarihinde kötü figüranlar olarak anlatıldı
haya; ve aslanlar kendi tarihlerini yazamadılar hiç.
Hayamızı yitirdik; ve münzevi hayallerde eklemledik
âhlarımızı birbirine, düşlere karışan hayatımızı zincir yaptık. Huzurun ak
sayfalarına derunî sağanaklardan kan revan acılar gönderdik. Gazeller ve
kasideler hep yitik sevdalarda döndü mersiyeye... Ağladık geceler ve gündüzler
boyu, ağlayacağız aylar ve yıllar yılı...
Haya... Aaah, en eski yitiğimiz...
Hayadan ötesi hayal, aslı yok bir düşünce...
Hayadan öte hayat, esası bozuk günce...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder